This site uses cookies.
Some of these cookies are essential to the operation of the site,
while others help to improve your experience by providing insights into how the site is being used.
For more information, please see the ProZ.com privacy policy.
This person has a SecurePRO™ card. Because this person is not a ProZ.com Plus subscriber, to view his or her SecurePRO™ card you must be a ProZ.com Business member or Plus subscriber.
Affiliations
This person is not affiliated with any business or Blue Board record at ProZ.com.
German to Turkish: Stadt der Engel oder the Overcoat of Dr. Freud General field: Art/Literary Detailed field: Poetry & Literature
Source text - German Ich inspizierte mein Apartment: Außer diesem großen Wohn-raum eine angrenzende Küche, zwei Schlafzimmer, zwei Bäder. Welche Verschwendung. Eine vierköpfige Familie könnte hier bequem wohnen, dachte ich an jenem ersten Abend, später gewöhnte ich mich an den Luxus. Ein Willkommensgruß von einer Alice lag auf dem Tisch, dies mußte die Mitarbeiterin des CENTER sein, die die Einladungsbriefe unterschrieben hatte, und sie war es wohl auch, die mir fürsorglich Brot, Butter, ein paar Getränke in die Küche gestellt hatte. Ich kostete von allem etwas, es schmeckte merkwürdig.
Ich machte mir klar, daß dort, wo ich herkam, schon Mor-gen war, daß ich telefonieren konnte, ohne jemanden im Schlaf zu stören. Nach einigen fehlgeschlagenen Versuchen, bei denen mehrere overseas operators sich um mich bemüht hatten, ge-lang es mir, das Telefon in dem winzigen Kabinett neben der Eingangstür mit den richtigen Nummern zu bedienen, hörte ich hinter dem Rauschen des Ozeans die vertraute Stimme. Das war das erste der hundert Telefongespräche nach Berlin in den nächsten neun Monaten, ich sagte, ich sei nun also auf der anderen Seite der Erdkugel gelandet. Ich sagte nicht, was ich mich fragte, wozu das gut sein sollte. Ich sagte noch, daß ich sehr müde sei, und das war ich ja wirklich, eine fremde Müdigkeit. Ich suchte Nachtzeug aus einem der Koffer, wusch mir Gesicht und Hände, legte mich in das zu breite zu weiche Bett und schlief lange nicht. Früh erwachte ich aus einem Morgentraum und hörte eine Stimme sprechen: Die Zeit tut, was sie kann. Sie vergeht.
Translation - Turkish Odamı teftişe çıktım: Bu geniş oturma odası dışında hemen bitişikte bir mutfak, iki yatak odası, iki de banyo vardı. Ne büyük israf. Dört kişilik bir aile buraya rahatlıkla sığabilirdi, diye düşünmüştüm o ilk akşam, sonrasında alıştım bu konfora. Masanın üzerinde Alice diye birinden bir hoş geldiniz notu duruyordu, CENTER’ın davetiye mektuplarını da imzalayan çalışanı olmalıydı bu, aynı zamanda benim için mutfağa şefkatle ekmek, tereyağı ve içecek bir şeyler bırakan da herhalde oydu. Her birinden bir parça denedim, tatları bir garipti.
Kendimi, geldiğim yerde çoktan sabah olduğuna ve kimseyi uykusundan uyandırmadan telefon edebileceğime ikna ettim. Birçok denizaşırı operatörün benim için zahmet verdiği birkaç sonuçsuz denemeden sonra, giriş kapısının yanındaki minicik kabinde doğru numarayı çevirmeyi başardım ve okyanus hışırtıları içinden o güven verici, tanıdık sesi işittim. Bu, gelecek dokuz ayda Berlin’e yapılacak yüzlerce telefon görüşmesinin ilki, dedim, demek ki artık yeryüzünün öbür ucuna demir atmıştım. Kendi kendime sorguladığım şeyden bahsetmedim; bütün bunların ne işe yarayabilecek olduğundan. Bir de ne kadar uykusuz ve yorgun olduğumu söyledim sadece, öyleydim gerçekten de, yabancı bir uykusuzluktu bu. Bavullardan birinde pijamalarımı aradım, yüzümü ve ellerimi yıkadım, haddinden fazla geniş, fazla yumuşak yatağa uzandım ve uzun bir zaman uyuyamadım. Ertesi sabah erken saatte bir gündüz düşünden uyanırken bir ses işittim: Zaman yapabildiğini yapar: Geçer.
English to Turkish: The Kindness of Women General field: Art/Literary Detailed field: Poetry & Literature
Source text - English Ignoring my mother's laughter as she flirted with my father, I would watch the sky over Amherst Avenue. At any moment a squadron of Japanese bombers might appear above the department stores of downtown Shang¬hai and begin to bomb the Cathedral School. My child's mind had no idea how long a war would last, whether a few minutes or even, conceivably, an entire afternoon. My one fear was that, like so many exciting events I always managed to miss, the war would be over before I noticed that it had begun.
Throughout the summer everyone in Shanghai spoke about the coming war between China and Japan. At my mother's bridge parties, as I helped myself to the plates of small chow, I listened to her friends talking about the shots exchanged on July 7 at the Marco Polo bridge in Peking, which had signalled Japan's invasion of northern China. A month had passed without Chiang Kai-shek ordering a counter-attack, and there were rumours that the German advisers to the Generalissimo were urging him to abandon the northern provinces and fight the Japanese nearer his stronghold at Nanking, the capital of China. Slyly, though, Chiang had decided to challenge the Japanese at Shanghai, two hundred miles away at the mouth of the Yangtse, where the American and European powers might intervene to save him.
Translation - Turkish Annemin babamla flört ederken attığı kahkahaları duymazdan gelmeye çalışarak Amherst Bulvarı’nın üzerinde yükselen gökyüzünü seyrederdim. Her an Shanghai’nin çarşı tarafındaki alışveriş merkezlerinin üzerinde bir Japon bombardıman uçağı filosu ortaya çıkabilir ve Katedral Okulu’nu bombalamaya başlayabilirdi. Çocuk aklımla bir savaşın ne kadar uzun sürdüğü konusunda hiçbir fikrim yoktu; birkaç dakika mı, yoksa daha da kötüsü, koca bir öğleden sonra boyunca mı devam eder bilmiyordum. Tek korkum, her zaman kaçırmayı başardığım bir sürü heyecanlı olayda olduğu gibi, savaşın da ben daha başladığını anlamadan bitivereceğiydi.
Yaz boyunca Shanghai’deki herkes Çin’le Japonya arasında çıkacak savaşı konuşup durmuştu. Annemin briç partilerinde, bir yandan küçük hamur işi tabaklarından atıştırırken bir yandan da onun, arkadaşlarıyla 7 Temmuz’da Pekin’deki Marco Polo köprüsünde gerçekleşen karşılıklı ateş hakkında konuşmalarını ve bunun da Japonya’nın, Çin’in kuzeyini işgali anlamına geldiğini dinledim durdum. Chiang Kai-shek bir ay boyunca karşı atak emri vermemişti ve Alman danışmanların Generalissimo’yu kuzey topraklarından vazgeçip Japonlarla Çin’in başkenti Nanking’te, kalesine daha yakın bir yerde savaşmaya ikna etmeye çalıştığına dair söylentiler vardı. Fakat Chiang kurnazca Japonlarla Yangtse ağzının iki mil ötesinde, Amerika ve Avrupalı güçlerin kendisini kurtarmak için müdahale edebileceği Shanghai’de karşı karşıya gelmeye karar vermişti.
More
Less
Experience
Years of experience: 13. Registered at ProZ.com: May 2014.